Sonbaharda dökülen yapraklar gibiyim . Çiçeklerin arasında olan , baharın melteminde demlenen , huzurun hissiyatını yaşayan ve bunun hep böyle devam edeceğine inanan biriydim . Sonbahar geldi , huzuru bulduğum yer , baharın meltemi , çiçekler her biri terk etti beni daha sonra bağlandığım, hayata tutunduğum , hayat bildiğim tek yer - ağaç - bıraktı beni. Sonbaharın rüzgarında savruldum, yerlerde süründüm . Sonra da toz oldum , yok oldum .
Boğazımda bir şey oturuyor sanki çıkmıyor ki bu, belli. Kelimelerimin kıyafetsiz kaldığı yerde oturuyor bekliyor sanki, ne yapacağım, bilmiyorum ki. Yoruyor bu beni. İçimdekileri dökemiyorum yazıya bi. Boğazımda oturuyor kırıklarım tek tek iç hesap vermeli sanki. Kalbim acısına dayanamıyorum artık, bu ne hal böyle bi, yorgun kırgın, yılmış öylece olanları izliyorum sanki, ne yapacağım bilmiyorum kalbimin bu sızısı böyle durulmaz ki.
Her evin ışıklarının altında , kapının ardında saklı ölü bir ruh bulunur. Yediği yemek , içtiği su , dolaştığı odalar , uyuduğu yatak nefesini keser , zindandaymış gibi hissettirir. Yük hisseder , ölüm ister. Bela diye adlandırır kendini, varlığını yok sayar. Zaman kavramını bilmez , saniyeleri sayar , itilmeye boyun eğer. Gitse gidecek yeri , kalsa kalacak yeri yok. Bir çıkmaza girmiş , evini mezar bilmiş.
İnsanı öldüren aşk mıydı?
Yoksa aşık olduğu kişi miydi?
Neydi insanı öldüren?
Silah, bıçak, hançer miydi?
Yoksa gözler, saçlar, gülüşler miydi?
Neydi insanı öldüren?